Pazar, Aralık 30

yeni bir tür soğuk

gelin size bir hissimi tanımlıyayım;
bir benzerlikten yola çıkalım ve adına soğuk diyelim,
çoğu yönden üşümeye benziyor bu his,
temel olarak soğuk yani,
ama;

bu soğuk farklı
bu soğuk; ilk gelen rüzgarın ilk değidiği teninizden değil,
sızlayan kemiklerinizden başlıyor sizi üşütmeye,
ilikleriniz donuyor ilk
sonra teniniz,

bu soğuk farlı;
sizi üşüten sizden 20 derece daha soğuk hava değil,
sizden 180 derece farklı çevreniz
ve sizden farklı yöne giden çevrenizdekiler
ve o çevredekilerle uyuşamayan, anlaşamayan, ve zoraki geçinen benliğiniz,
geçinemeyen benliğiniz; ben dediğiniz, kimliğinizin cebinde biriktirdiğiniz ufak tefek "siz"ler,
geçinemeyen benliğiniz; sizin parçalarınız.

bu soğuk farklı;
farklı olma çabası değil, doğası gereği farklı olanın, farklı olarak yaşama çabası,
bu çabanın yarattığı kaosta, ayakta durmaya çalışmanın gerektirdiği enerji miktari,
bu miktarın sizden çektiği, eksilttiği, götürdüğü şeyler.

bu soğuk farklı;
ve bu soğuk var,
laflayacak adam yok, soğuk var,
yanında iki kahve yutup içinizi ısıtacak iki muhabbet yok, soğuk var,
seni anlayacak bir tek adam yok, soğuk var,
yanlızsınız, soğuk var.

tabi en önemlisi; yukardakiler olmadığında sizi ayakta tutan aşk yok;
yaman bir soğuk var.

yanlız yaşamak zor.

emr sag

Pazar, Aralık 16

hasar tespit raporu

yazdıkça açılırım sanmıştım, her kelimede bir kapı açmış, bin tane kapatmışım.
bir sonraki sefere geçer sanmıştım, biraz biraz sönmüş ışık, şimdi karanlığa kapanmışım
sevdikçe reklenirim sanmıştım, her tekrar da solmuş soğumuş ve donuklaşmış dünyam;

daha mühim bir şey var mı?
her türlü duygudan yoksun kalmışım.

emr sag

Cumartesi, Aralık 15

duygulardan taşınma vakti

sözler, imgeler çürümüş
dolaplar dolu ağır yüklerle
etrafta toz yağmurlarıyla yıkanmış eşyalar
toplanın, gidiyoruz bu diyardan

anlamların içi boş artık
göndermelerin adresleri değişmiş
kapıda bir yığın geri dönmüş mektup
toplandık, gidiyoruz bu diyardan

duvarda boydan boya çatlak
bir tarafta hafif bir yıkık
her yere dağılmış bolca yara
son kez baktık, artık yokuz,
gittik artık bu diyardan

emr sag

aşk diye bir şey yoktur.

okuma öncesi gerekli bilgi; emrsag kişisi -artık- aşka inanmayan bir kimsedir.

aşk gitti, hayatımın kaynağında çeşmeden;
ilk göz yaşı sonra kan akar oldu.

aşk gitti, bu diyarları kuraklık vurdu.
günümü yarın bağlayan çarklar kayıp oldu.

aşk gitti, bilinmeyen bir gezegenin sonu;
adımıma adım ekleyen mit toz oldu.

aşk gitti, uykularım uzadı;
uyanık olmaya direncim azaldı, teslimiyetim sonuç oldu.

aşk gitti;
peşinden giden renkler oldu.

emr sag bir anlamda öldü.

Cumartesi, Aralık 8

uzaydaki ıssız ada

uzak durduk uzun zaman
ardında büyük surların
ve derin hendeklerin
aşanlar oldu, kırıp geri yolladık
sonra kapıları ardına kadar açtık
eşikten baktı döndü
temelimize kadar sarsıldık
kapattık çatlakları
gene açtık kapıları
eşiğe bile gelmediler
ve kapı açık
biz yıkıldık
sonra sadece bir ada kaldık
toprakla değil denizle çevrelendik
en azından bir iki dalga vurdu ince sahillerimize
şimdi deniz de gitti
geriye kaldı uzaydaki ıssız ada

emr sag

Pazar, Aralık 2

sülük

belime kadar ince bir kan akar sırtımdan
ensemde sülük gibi zaman,
dermanım yok, ellerim kalkmaz sırtıma
söküp atamam,
bu kadar zamandan sonra da içim boş
dışım darmadağın,

zamanın iki sivri dişinin arasından akan benim
ben ve benim önceden sahip olduğum şeyler
içimdekiler bitti, dışıma taşanlar ise çürümekte
ey dostlar ben benden geçtim, demim bitti, ferim sönmekte.

önceden ateş isem şimdi kül halindeyim,
ama dünyam çok soğuk, sönmekteyim

emr sag

Perşembe, Kasım 29

aşk bitti

zaman yedi
baksana geriye sözler bile kalmamış,
taşındığın evden eşyaları çıkardığında kalan
istenmeyen ve bırakılan çer çöp bile kalır

zaman yedi
bir iki harf bile kalmamış
bu sefer uğurlayamadım seni aşk,
kapıyı suratıma çarptın de gittin

ve ben gene eksik aldım

emr sag

Çarşamba, Kasım 28

yazamamak = yaşamamak ??

gene renklerimi çaldı içimdeki kapılar,
hep beraber açıldılar,
rüzgarın önüne katıp götürdüler,
geriye bir siyah, bir de onun tonları kaldı

emr sag

Çarşamba, Kasım 14

kış aşkı

soğuk ama dışarısı soğuk

kış aşkı ilkbahar gibi değil
herkes için aynı herkes için yeşil
benim aşkım kış gibi, kar gibi
soğuk, tamam belki soğuk
ama her tanesinde farklı
her kristalde kendine özel
bir tipi kadar dolu dolu
muhabbetimi de kahve sayarsak
üşüdüğün saatlerden sonra da
birşeyler var içini ısıtacak.

emr sag

Cuma, Kasım 9

his geometrisi

hayat olmuş bir çember,
dönerde döner
ve gelir gene önümüze başladığımız yer,
zaman ise olmuş birer delgeç,
her saniyede bir delik daha deler de eksiltir beni,
her anda giden kendimizden bir parça,
unut en iyisi sen eksilenleri
çünkü zamanda kapılar kapalı, dönüş yok geri.

tamburumuz ise çıkmış yerinden
gidiyoruz bayır aşağı
her taşta eğilen biziz
çapımız değişken, düşüyoruz geri
vaktinde feth ettiğimiz tepeleri.
peki nerede kaldı adam gibi durmak,
teslim ettik uğruna savaştığımız yerleri,
peki neden?
çünkü zaman benden beni sildi,
hep eksiltti de, bir kerecik üstüne eklemedi.

hep azaldık, şimdi küçük kaldık
alanımız yetmedi de kapsamımızı daralttık
dünyayı zorladıkta batıdan doğurduk güneşi
gün battı gün doğdu
zamanı geriye işlettik
ama geriye giden sadece bizdik.

emr sag

Pazar, Kasım 4

hala?

bedenin yok, kokun burada
yıllar öncesinden hoş bir rüyayla,
ama buradaki yerin boş,
sökülmüş, kazınmış zamanla,
şimdi yerine dolan ise yağmur,
damlaları ılık ama ince bir sızıyla,

emr sag

kişisel sorgu sual

boşluğa doğru bir adım, ve bir adım sonra boşluk sensin,
söylesene bana emre, sen nerde başlar nerede bitersin?
gün geçer zaman geçer ya hep aynı yerdesin
ya da zamanı durdursak birden fazla kimsesin.

emr sag

Cumartesi, Kasım 3

ceren'e son yazı;

blog'daki genel düzenin aksine, şu anımın değil 1 ay önceki halimin yazısıdır.

ben denizdim ve sen ise kara
kendimden yüklü bulutlar yolladım
topraklarında ana rahmetinden eser olmayınca
gene kendime yağdım, gene denizde fırtına

emr sag

Çarşamba, Ekim 31

nedensiz sevmek ve yan etkileri

ben dala tutundum, bırakmadım ve zaman aktı
neredeyse herşeyi erittide geriye tek bir şey bıraktı
ben inceldim dal inceldi, kırılmak yakındı
bunca zaman aradığım şey ise sıcakcık bir bakıştı
ama aynalar bile veremedi ki bana o bakışı
şimdi sular boyumda, az sabır geçer bu sıkıntı

sonra sen belkide sıkıldığın ilgimden kurtulmuş
ben ise bilinmez, bir daha ne zaman ve nerede karaya vurmuş.

emr sag

bir emr sag manifestosu!

siz dünyadasınız ve karada
ben ise denizde yaşıyorum
belki de tam tersi ben kara siz deniz
oradan görünmüyor bura,
farklıyız aslında, farklı akıyor farklı nefes alıyor ve tamamen farklı yaşıyoruz
ama ya deniz kızına ya da kalelerin prenseslerine takılıyor gönül,
kafayı uzatıyor ya da suya sokuyor öylece izliyorum,
nefessiz kalıyorum,
davet ediyorum,
ama sanırım davetim, balığı karaya, insanı dalmaya davet etmek gibi,
güzel ya da değil, sadece size göre değil, sizden değil

farklıyım, üstün daha iyi daha güzel daha birşey değil
sadece farklı
sizin gibi yaşamıyorum ben,
sizin gibi hissetmiyorum

emr sag

bir dost sohbetinden kesitler.

ufak bir şey denemek istedim;

"...yani anlamsız şekilde çok seviyorum, kendime bile açıklayamadığım şekilde çok,
sonra kendi kabıma sığamıyor,
taşanlarla da ne yapacağımı bilemiyorum."

"...neden uğraşıyorum?; onun içinde var olan 2. güneşimin neden bana böyle parladığını anlamak için"

emr sag

Pazartesi, Ekim 29

ben sevmem, bilmem sen çay sever misin?

gece demlik oldu, ben çay oldum
boğazıma kadar sıcak sular, geceye dem oldum
sızdım, taştım, piştim suya renk oldum
ben bir yapraktım, şimdi bir bardak oldum.

emr sag

Pazar, Ekim 28

ode (serenad)

bu bedene sevmek hep kader, hep keder,
çok yar sevdim ama hepsi başkalarının elindeler.
şarkılar bile söylettirdiler ritmi bozuk bedene
duyan olmadı, bir tanesini bile dinlemediler.

emr sag

Pazar, Ekim 21

küçük aşk parçacığı üstüne bir saçmalama

bu sefer anlatmak zor, bu sefer duygular aştı beni, benim çapımı,
çok geldi anlaşılan, olanları sindirip anlatamadım.

denge kaybıyla geldin gene, bir iki günüm kendimde değildim, odadan çıkmadım, hiçbirşey yapmak gelmedi içimden,
sonra gene bi karışık, anlamadım anlatamadım.

sonra bir istek, birşeyler yapma dikkatini çekme isteği,
sonra kuşku acaba zaten bir ilişkin var mı?

sonu bir msn iletisi, seni aşka küstürmüşler,
benim ise inandıracak mecalim, isteğim, arzum ve cesaretim kalmamış

aşk bu sefer teğet geçti,
belki geldi kapımı çaldıda, ev sahibini bulamadı.
bu sefer aşk benden vazgeçmedi,
ben aşktan vazgeçtim.

emr sag

Pazar, Ekim 14

eski zamanların şiiri

sevmek güzeldi
unutmak yaraydı
benim güzel olduğum zamanlar
beni bir arada tutan bir yâr vardı

biz ki o yârın yamacında bekledik
onu belki getirecek duaları ezberledik
hep katıksız ümit ettik, hevesle bekledik
ağaç olduk meyve verdik, çürüyüp dalda kaldı

geçmiş zamanlarda bir aşık, bir emre vardı
anlatamazdı derdini de yazılar yazardı
yazardı da okutmaya korkardı
sevilmedi boğazına bir düğüm dadandı

emr sag

bir emr sag masalı

kocaman zamanlara emr sag bir damla ağlamış,
koca istanbul bu damlanın yarısından oluşmuş,
o damla yere düşünce yeri azıcıkta göğü burkmuş,
7 tepe, 2 köprü böylece oluşmuş,
ama bir damla fazla gelmiş
damlanın kalan yarısı, artanı ise boğaz olmuş
kocaman zamanlar hep akmış gitmiş.

emr sag

Çarşamba, Ekim 10

buna başlık yok

dünya uzayda döndü gitti
o gene pervane, döndü aşkı etrafında
bu kul kaldı ayaz soğuk boşlukta
zaman gene aktı gitti
kavuştu akrep yelkovanına
bu boğaza ise kumlar yığılmakta

emr sag

aşkımı bulutlara saldım

baktım burda basınç fazla
ben burada dayanamadım
aşkımı bulutlara saldım
tekrar dünyaya dağıldım

emr sag

balon hayaller


rüzgarlıydı hava. titriyordu kırmızı balon delice, ipi olabildiğine gergin, titriyor sallanıyor sonra net bir şekilde, bir anda konumu değişiyordu.
kırmızıydı balon, belli ki ruhu hassastı inceydi ve uçmak istiyordu, ipi bir çocuk parkına bir salıncak demirine bağlıydı ama, uçamıyordu.
pek güzeldi, gider salıncağa oturur saatlerce balonu izlerdi.
sonra bir gün farketti ki sadece balona bakıyordu, çevresinin farkında değildi,
balonun çevresiyle ne kadar tezat içinde durduğunu görememişti hiç,
dünya siyah ve beyazdan ibaretti, balon kırmızıydı kendisi ise ince bir çizgiydi,
eli bile yoktu ki balonu nası tutsun
tutmak istese patlardı
ki zaten balon bu dünyaya ait değildi, ve büyük resime baktığında tutsaktı
ipi tuttu
tutamadı kesti
balon uçtu gitti

emr sag

basit

dostlar sordu "değer miydi?" diye
evet deymişti vaktinde
üstünden evvel zaman geçmiş heralde
bulamadım bugün yerinde.

emr sag

5 | (son) durum (hata) raporu

kendisinden bir daha haber alınamadı

tam uzandığım yerde bin metrelik bir çukur, ve ben o çukurdayım
tüm dünya dönüyor ve dünya ayakta, ben duruyorum ve yataktayım

emr sag

Salı, Ekim 9

bu beden benim değil

kollarım ellerim olduğundan hafif
bu beden benim değil.
hücrelerim pusula;
çekirdeklerim sana doğru,
damarlarım pusula;
hücrelerim sana doğru,
bedenim pusula;
damarlarım sana doğru,
dünyam pusula;
bu bedenin yönü sana doğru.
ama bu beden artık benim değil.
ben artık burada değilim.

emr sag

Pazartesi, Ekim 8

4

beynim yorgun, ruhum yorgun
zımpara gibi geçiyor üzerimden zaman
bilmiyorum? ne oluyor o tarafta,
ama bu taraf karman çorman
görebildiğim ufuk, bilebildiğim sen bomboş
hayaller kaymaya, doldurmaya çalışıyorda
ben direniyorum, iki yaka arasında
direndikçe beynim yorgun, ruhum yorgun
zımpara gibi geçiyor zaman.

emr sag

Cuma, Ekim 5

bana ne yaptı?

zaman beni eritti, geriye az şey bıraktı
kalanı ilk müptela sonra esir eyledi

iki dudak arasına bir kilit taktı
sözlerimi ve beni, bedene hapseyledi

gözümü kapasam da bir görüntü bıraktı
beni bir resme, bir bakışa esir eyledi

çok yazdırdı ama az söyletti
kilitli dudaklardan sızanlara mahkum eyledi

güne kelepçe taktı, geceyi serbest bıraktı
zamana dur dedi bir ana esir eyledi

beni kıydı, dilimledi ve biraz da eskitti
kumdan kalelere veliaht eyledi

emr sag

Çarşamba, Ekim 3

önemli not

kısa kısa yazıyorum ya,
lütfen sanma ki o sözcükler boyu seviyorum aslında seni,
ölçmek olanaksız, bir göl ya da bir kumsal gibi sonuçta
damlasa bardak kadarım doluyor, kağıda döküyorum,
avcuma toplasam taşıyor, avuç avuç kağıda döküyorum,
hep böyle kesik kesik, düşünüyor ve hissediyorum,
bir adım, on nefes, ve sonra bir adım daha,

emr sag

yelkenler fora!


bu limanda fazla kaldık anlaşılan,
toprak ana hiddetli, karardı havalar,
rüzgar kuvvetli esiyor karadan,
benim ufak teknemin yelkenleri doldu,
çek demiri kaptan!
ya yolculuk yakın ya da yırtılacak kaftan.

emr sag

Salı, Ekim 2

anka kuşunun aşka duruşu

zaman olur ölürüm
ama yeniden doğarım
güneşin dibindeyim yanarım
küllerimden yeniden doğarım
kırılırım, kendimden dışarı taşarım
bir umutla yeniden toplar kendimi
gene sana sunarım.

emr sag

sözler yabancı, anlam hala aynı

every lady within the clothes, white
if they walks a bit kind,
my mind completes the scene with clouds, white
if there is a little chance
the lady walks through me is you are

emr sag

3

kalan kumlardan kaleler yaptım
ve hepsinin prensiydim aslında
ve sen geldin, bakmadan gittin
yıkıldı hepsi bir hüzün dalgasında .

emr sag

Pazar, Eylül 30

son radde

sevenin varsa söyle
söyle ki dönebildireyim ruhumu kendime
seviyorsan başkasını söyle
söyle ki kapatabileyim çatlaklarımı içimde
sevemeyeceksen beni söyle
söyle ki beklemiyeyim ben daha fazla,
o kapıda

umudun oldukça, o tutar beni hayatta
ruhum bekler aslında ve dayanır sıcağa
ama bu beden etten ve kemikten ya
sadece bu yüzden dayanmıyor fazla
güneşe kadar merdiven çıktım da
kavrulma tamam, yanmam yakında

en sıcak yer bura
kapının dışında, bekliyorum ayakta
seziyorum içersi serin sanki ama
elim zilde, bekliyorum hala
"kim o? -ben emre,gene geldim" desem
alır mısın içeri acaba?





















güneşe merdiven dayamış, aşkla boyamaya çalışan emr sag

nerdeyim?

başı bende yazılmış halde ama saklı, sonu okuyana

cennetle cehennem arasında; sıratta,
benimle senin arasında; aşkta,
hayalle gerçek arasında; rüyada,
(ben gene arada,
ben gene iki yaka arasında,)
ben gene boşlukta kaldım.

emr sag

Cuma, Eylül 28

durum raporu - 2

her düşündüğümde bir damla olup düştün zihnime
şimdi sırtımda koca bir göl arkamdan ittirmekte
böyle sevmek baraj olmak demek
ne kadar sevebileceğini bilmek ama çok azına izin vermek.


emr sag

Çarşamba, Eylül 26

durum raporu


vakitin incelttiği özlemin kırdığı kum saatiyim ben
kum aktı, ruhum ve kanım çekildi ellerimden
üşüyorum
umudun ve sıcaklığın geçti bu aşkın neferden
yara derin, ruhum ve kanım çekildi bedenimden
düşüyorum

emr sag

Çarşamba, Eylül 19

yol şiiri

bir damla oldum, kendimden taştım
gecenin zifiri karanlığını mora ben boyadım

emr sag

Salı, Eylül 11

çocuk şiiri

sayenizde içimdeki çocuk yazdı o bakımdan

dağ oldum, maden gibi sakladım derinlere
aynı dağ ile perde gerdim güneşine,
sen geceni, gecen uykunu uzatsın diye

ağaç oldum, dağdan özü emip,
olduğum yerde tohum vereyim diye
o tohum hayallerden kabuğa sarılmış bir meyve
büyüsün ve olsun da toplasın beni benden diye

ama beden taş olunca beni bende bulamadım
bir yamaç yuvarladım
hep beni aradım
buralarda bulamadım.

öylesine soruyorum,
suçlamak değil amacım,
yoksa beni sen mi aldın?

emr sag

Pazar, Eylül 9

engel

uçurum oldu, atladım üzerinden
deniz oldu, daldım yüzme bilmeden
gece kaldı hava, yaşadım gün yüzü görmeden
sanma ki bunlar maharet,
peki sorsan neden?
sadece sevmekten

emr sag

Pazar, Eylül 2

._ ... _._

istedim gecene rüya
uykuna yorgan olayım
ama gönlümle aramda koca bir kapı
önünde sen gardiyan

emr sag

Pazar, Ağustos 26

beklemek.

sıkıntılı düşlerimin sivriliği ile aşındı düşlerim
sevgimin boynuna geçirdim ilmiği bekliyorum
fırtınalı kapı eşiğinde rüzgar işlyor bedene
ruhumla beraber sevgini de yitiriyorum

emr sag

Pazar, Ağustos 12

geçmiş zaman, geçememiş zaman

bir sürü geçmiş, bir sürü hatıra
her bir hatırada bıraktığım bir parça
ve her bir parçamın bana söyledikleri
ve bu sözlerin yan etkileri;

nem

yılların damlaları iki kapak arkasında birikmiş
zaman geçmiş acılar dinmiş
yeni sevdalar bile rüzgarlar ile gelmiş
şu toprağa benim rahmetim düşmemiş

emr sag

Salı, Temmuz 24

ruhumun kırışıklıkları

ne ara büyüdüm ki ne ara yaşlandım
bedenim önden koşmuş ben geride kaldım

yüzüm aynada bana göre genç
ruhumda çizgilerle kaşılaştım

yaş daha 20 omuzlarım göçmüş
yıllar mı yük koymuş yanlızlık mı?

ve en nihayi soru

ben ne ara büyüdüm, ne ara yaşlandım?
ruhumu hangi noktada, mutluluğu hangi yılda bıraktım...
ne kadar zamandır sadece yanlızlıkla kaldım?

emr sag

Pazar, Temmuz 22

ritmi bozuk bu bedenin

kırdım bulutları hepsi yağmur oldu
ve esmiyor artık o ilk rüzgar
sen umudu azaldıkça burada hep soğuk
ve silüetinin eksiğinden hep kar var

(kısacası, umutla ya da değil ben seni görmeyi özledim)

emr sag

Cuma, Temmuz 6

kabuk | baraj

çıktık kabuğumuzdan
şimdi incilir olduk
yeni kabuğumuzu inşaa edeceğimiz yeri ararken
kopan parçalarımızla kendimizden olduk

eski benti yıktık
yatak boyu çağlar olduk
yeni baraja sırtımızı dayayana kadar
çağlarken kendimizden mi olduk?

emr sag

Çarşamba, Haziran 20

kimlik

geçmişimin izlerinin soğuk temasıyla ayıldım
kaçıncı kimliğin hangi tarafındayım
çatallanmış karakterimin hangi damarındayım
köküm nerede kalmış, ben hangi yoldayım?

en çok kendime yabancı
en fazla kendime uzak
en çok kendimde kayıp

neyim ve kimim ben?

emr sag

Pazartesi, Haziran 4

gece

çek kardeş nefesi duman kana ulaşsın
gecenin zifiri damarlarda dolaşsın
çekelim nefesleri şu dünya bulurlaşsın
tutalım geceyi de zaman hiç akmasın,
dinleyip de anlayan sensin ya derdimi
muhabbetin demine dem katalım
gece baki kalsın, sabah hiç olmasın

emr sag

Perşembe, Mayıs 31

gerçeklerden masal

ceren'e;

bir yıl bir ay onbeş gün iki saattir uçuyordu garip mahluk. bedeni insandı insan olmasına ama kanatları vardı ve yüzü hariç bütün vücudu kap kara karga tüyleriyle kaplıydı. o uçarken, gündüz vakti havada geçtiği yerlerdeki ışığı bile karadelik gibi emer, gök yüzünde karanlık bir gölge, bir tutulma oluştururdu.
mutsuzdu, ve neden uçtuğunu, nereden nereye uçtuğunu hatta bir şeyden kaçıyorsa bile neden kaçtığını unutmuştu. neredeydi? nereye gidiyordu? bilmiyordu, sadece durmadan kanat çırpıyor, fırtına buldukça mazoşist bir gülümseme ile seviniyor, fırtınaya giriyor yıpranıyor ama bir an bile yere konmuyordu.
sonra kesintisiz uçuşunun hatırladığı başlangıcından bu yana bir yıldan fazla zaman olmuşken, aşağıdaki krallıklardan birinde bir kale gördü. kale gök yüzüne uzanıyor, kulelerinin ucu bulutlara değişiyordu. merak etti uçan adam, alçaldı alçaldı ve kalenin burçlarına konmayı düşündü.
kaleye yaklaştıkça sanki içi bir garip oldu, uzun zamandır hissetmediği şeyleri hissetti. ilk sıcaklık, sonra yorgunluk. bir senedir inmeden uçuyordu, kanatlarını bile hissetmiyordu zaten, sonra yorulduğunu farketti, toprağa yaklaştıkça yavaşça kendinden geçti.
sabah kalktığında kendini yerde buldu, bembeyaz ve mavi gözlü bir yavru kedi kanadının arasına sokulmuş usulca uyuyordu. kedi sıcaktı, kedi canlıydı ve uzun zamandır ona dokunan rüzgarlardan hayallerinin kara yıldırımlarından ve kabuslarının yıldızlarından başka birşey, gerçek bir canlıydı ona dokunan.
kediyi uyandırmadı, bekledi, haraketsizlikten bacakları uyuştu, kanatlarındaki tüyler ürperdi bekledi, sonra kedinin mırıltıları düzensizleşti, sonra gözleri kapalı kocaman esnedi, ağzının içi canlı yavruağzı pembeydi. bu rengi görmeyeli ne kadar uzun zaman olmuştu halbuki. onun gördüğü renkler, kanatlarındaki vücudundaki siyah, gecenin siyahı, günün siyahı ve yağmurun grisiydi. ve o rengi bile görmek tekrar yaşadığını hissettirdi.
sonra kedi yavaşça gözlerini açtı, sonra şaşkın şaşkın baktı, sonra inceden bir miyavladı. kanatlarınına arasına aldı yavaşça kediyi, sonra yavaşça okşadı karga tüyleriyle, yavru beyazın pamuk tüylerini.
sonra kedi sıkıldı, atladı kucağından aşağı, o zmn farketti nerede olduğunu zaten. kalenin surlarının içinde, kulenin dibinde, çimlerde yattığını. üstünde sabahın çiğ damlaları bile kalmıştı. soğuktu ama farklı bir soğuktu, ve soğuk olsa da güzeldi. çünkü farklıydı ve canlıydı bu soğuk. bulutların fırtınaların rüzgarların soğuğu değil, ilkbaharın habercisi mart soğuydu sanki. kısaca soğuktu ama güzeldi.
bunları düşünürken kedinin uzaklaştığını farketti göz ucuyla, baktı kedi tırmanıyordu kuleye. ama çok ilginç bir şekilde, yere tam dik taş duvara koydu patilerini ve hiç yerçekiminden etkilenmiyormuş gibi başladı tırmanmaya, hoplaya zıplaya, kuyruk bi oyana bi bu yana.
başı döndü bi an, sonra çekinerek kanadını uzattı dibinde uyuduğu kuleye, kanadı kuleye değdiği anda başı döndü şöyle bir sendeledi, ama artık yerçekimi kuleye doğruydu kuleye doğru şu anda ona dik duran çimenlikten düşüvermişti. sonra hafifçe ve yavaşça ayağa kalktı, ufak adımlarla az önce yukarı doğru duran, ama şu anda önünde uzanan kuleyi yürümeye başladı. kedinin kuyruğunun peşinden.
ilerledikçe uzaktan bir müzik duydu, ilerledikçe dinlendi sanki, kanatlarının sancısı geçti her adımda *ah evet kanatları çok sancıyordu*, sonra içi ısındı ve sanki damarlarındaki kanlar tekrar akmaya başladı. yavaşça adımladı kuleyi, sonra normelde , şu anda ona dik duran bulutlara, kuzu gibi pamuk yumuşak bulutlara değen kulenin tepesinde en tepesinde bulunan, pencereye geldi.
sonra kedi pencereden içeri atladı.
sonra kanatlı adam pencereden içeri baktı.
pencere dev gibi, boyunun en az 40 bilemedin 50 katıyı, yavaşça içeri baktı ve onu gördü. gülüyordu. çok güzel gülüyordu.
sonrasını pek hatırlayamadı, saklandığı kuytudan onu izliyordu, o sürekli gülüyor, sürekli ışıldıyordu. sanki kahvaltıda güneşi akşam yemeğinde mehtapı yemişti. damarlarında heralde kan değil ışık akıyor diye düşündü, izledikçe kendini unuttu, izledikçe acılarını, sancılarını, geçmişini, kaçtıklarını, korkularını, üzüldüklerini, geçmişini, kısaca zihninde kötü ne varsa hepsini bir bir unuttu.
sonra bir gün, o kadar daldı ki prensesin gülüşüne ve güzelliğine onun pencereye yaklaştığını *yo aslında o pencereden içeri düşmüştü sanki, ama şimdi hatırlayamıyor ki?* farketmedi, saklanmayı unuttu. ve sonra ilk defa prensesin gözünün içine baktı. ve o an insan olduğunu hatırladı.
sırtı terledi, alnı terledi, avuçları terledi. sırtından alnından ve avcundan akan terler aşağı doğru gitti, o kadar damladı ki o terler, en sonunda aşağıda ufak bir göl bile oluştu. sonra bu kulenin prensesi ona da güldü, sonra bi baktiki uçan adam, kendisi prensesin otuzda kırkta biri kadar. prensesin avcu onun yatağı kadar. sonra prenses yine gülerek girdi içeri, ama uçan adam çok değişti o andan sonra.
uçan adam bir gün kanatlarını kaybetti ama. ne gün bilmiyor, belki prensi ilk defa gördüğü zaman ya da prensesin mutluluğunun sebebini anladığı zaman. prens geliyordu ve prenses mutlu oluyordu. hem zaten uçan adam prensesin avcu kadardı, küçüktü yani, sonra gene başı döndü, gene üstüne hafif bir yorgunluk düştü.
sonra tekrar yerde buldu kendini. gene kedi uyandırdı onu ama bu sefer tırmaladı kedi. sonra acıyla sıçradı uçan adam, kolunu çekti, derisini çizmişti beyaz tatlı kedi, çok derin değil ama kanıyordu. ama bi sn? uçan adamın derisi yok, karga tüyleri vardı? hayır işte artık yoktu tüyleri. kanadını yattığı yerde buldu, bi baktı artık normal insan gibi derisi vardı, hatta biraz uzamıştı bile. ama kanatları yanda duruyordu ve bir ucu prensesin gözünün içini gördüğü zamanki göle değmişti. ve beyazlamıştı tüyler. çok şaşırdı, beyaztüylere elini uzattı, beyaz tüyler suyun içinde dağılı verdi. sonra bir baktı, beyaz tüyler sıvı hale gelmişlerdi ve suyun içinde dağılıyorlardı. bi anda merakla bütün kanatlarını suya itti
sonra bütün göl bembeyaz oldu.
sonra o kedicik geldi o sudan içmeye başladı.
o anda farketti beyaz sıvının süt olduğunu.
sonra kollarına baktı, sonra yansımasına artık yeniden insandı.
sonra o sütü aldı, kumaştan hazırladığı bir beze sardı onu da sırtına attı, tekrar cama tırmanmaya çalışacaktı. gene kuleye elini uzattı, nasıl olsa kule düzelecek diye düşünüyordu, ama bu sefer kule olduğu gibi kaldı. şaşırdı, kulede yeryüzüne yan durmaya alışmıştı, şimdi garipsiyordu. ama yılmadı, aldı sırtına beze sardığı sütü, başladı tırmanmaya. ama bu sefer tırmanış hiç kolay olmadı. uzun zamandır kullanmadığı elleri yara oldu taşlara sürtünmekten ama hemen iyileşiveriyordu yaralar. taş kesiyordu, iki damla kan akıyordu ama yara anında kapanıyordu.
kuleye 2 hafta tırmandı. hatırladığından çoook uzundu kule. 2 hafta tırmandı kuleye, o kadar yüksekti ki kule, hava soğudu, rüzgarlar sertleşti, asılı halde dinlendi bazen, bağırdı filan ama kimse duymadı. sonra daha çok tırmandı.
en sonunda prensesin penceresine yine ulaştı. kendini zar zor içeri attı, prenses şaşkın kalmıştı, yüzünü tanımıştı sanki ama bir garip bakıyordu. o zmn anladı eskiden kanatları olan adam, artık prenses ile aynı boydalardı. sırtındaki beze uzandı, elini attığında süt gibi sıvı bir şey değil gayet katı bir şeye eline değdi, elinde donmuş beyaz süt vardı, demek ki soğukta kalınca donmuştu.
gülerek gözlerinin içine baktı, elindeki çikulatayı uzattı, sonra ağzı kulaklarında pencereye döndü, bir adım attı, aşağıya atladı.

birkaç saniye sonra yeni çıkan beyaz kanatlarıyla, pamuk beyaz bulutların çizdiği ufuğa doğru uzandı.

ha bide son olarak unutmadan söyliyeyim, siz zannedermisiniz ki, o kule büyülüydü, üzerinde kanatlı adam dik duruyordu. öyle değil aslında. kulenin içindeki onu o kadar çekiyordu ki, yer çekimi ona ne yapabilirdi ki?

emr sag

geçmişten gelen!

bir sene önce yazmıştım,
bilgisayarda klasörler arasında buldum;


zaman değilmiş ilaç,
günlere hafta, haftalara aylar ekledim,
şu kadar zaman oldu geçer diye diye,
geçmedi
zaman değilmiş ilaç,

unutur gibi oluyorsun,
ya da unuttuğuna kendini inandırıyorsun,
bir şarkıda bir sözde bir melodide hatırlıyorsun,
en iyisi yastıkta buluyorsun yine saf gerçeğini
sevdiğini
ve sevilmeyeceğini

en kötüsü,
bir damla ağlayamıyorsun
bir damla'ya ağlayamıyorsun
gülüyorsun hep bir görünmez bir kırık gamze oluyor suratında
söylediğinden de hissettiğinden de her bişeydende soğuyorsun

hala ürperiyorum,
hala sırtımdan yukarı bir "soğukluk" tırmanıyor,
hala midem alt üst oluyor bir zıngırtıda
ben hem beni hem seni anlayamıyorum,

hem beynim hem kalbim söküldü sanki,
biri sağ öteki sol elimde,
hani sökülen tek bir tanesi olsa neyse diyeceğimde,

çok geç olmadan,
ezel oldu,
bir dünya kuruldu, bin dünya mahfoldu
bir cana dokunuldu, bin saat işkence oldu,

emr sag

Pazartesi, Mayıs 28

babam'a

herkez babasına yazar da benim ki farklı sanırım.
zihnimde hep bir beni rahatsız eden bir detay oldu, aldığım kitabın ilk sayfasını boş bıraktığımdan beri. düşünmüştüm ki oraya birşeyler yazdığımda; o an için yazdığımı, hissetmeden karaladığım için yazdığımı düşündürecek şeyler olacaktı ve ben böyle algılanmak istemiyordum. yazdıklarımın gerçekten hissettiğim için yazıldığının düşünülmesini istiyordum, aksi yönde bir hissiyat vereceğimi düşündüm ve yazamadım. aslında "benim üstad'ıma" yazmak isterdim. insanlar anlamazdı, belki babamda yanlış düşünürdü, sadece sözlerin güzel tınısına kanıp yazdığımı, oraya onları beğenilmek için yazdığımı düşünürdü ben üzülürdüm yazamadım.
yazamadım, sanırım babam üzüldü.

şimdi bi düzeltelim şu işi. biraz kopuk kalmış baba oğul ilişkisinde bir kereliğine olsun açayım ben zihnimi. bir baba tabiki oğlunu tanır bilir, ama benim kapalı sınırlarım belki görünmez eylemiştir bazı şeyleri.

yazıyorum bir çok şey. genelde gençlik aşkları, bahar esintileri. ama öyleki her yazdığımı zihnime düşmüş baba gölgesi de değerlendiriyor, okuyor. ben yazdıklarımı değerlendiriyorum, zihnime düşmüş gölge de değerlendiriyor. bazen belki güzel şeyler yapmıyorum, adam gibi müslüman olamıyorım, ilk zihnimdeki gölge kararıyor, sonra gönlüm ve ben böyle üzülüyorum.

sadece yazılarla değil, yaptığım yaşadığım her anı her şeyi, sürekli birde babamın bakış açısıyla, babam olsa ne derdi düşüncesiyle değerlendiriyorum, haberleri iki kişi dinliyor, sokakta iki kişi geziyorum aslında. tamam belki yanlışlarda yapıyorum ama en azından o gölge söylüyor bana.

ne zaman bir sözcük yakalasam zihnimden, ne zaman bir kaç kelime dizsem arka arkaya babam beğenirmiydi diyorum, ve gölgeye soruyorum.

sözler biraz karıştı sanki, bu durumdan kesinlikle şikayetçi değilim, aslında söylemek istediğim de şu ki; ben çok şükrediyorum böyle bir gölgeye asıl olarak ta o gölgenin gövdesine sahip olduğum için. o gövde benim babam olduğu için.

o babanın, oğluna; bana hiç bir sınır koymayıp, benim ben olmama izin verdiği için. özgürlük düşkünü oğluna bir gram olsun ket vurmadığı için.

emr sag

Çarşamba, Mayıs 16

kabuk

yine ben ve gece yanlız kaldık,
elimi rüzgar tuttu, beni ürperti sardı,
dışardaydık, ben ve dumanlar
dumanlar bile sarmadı, saramadı
ben yine kabuğumun dışında çıplak kaldım
içine girdiklerim değil de, dışımda olanlar beni sardı
çok uzun zamandır dışıma attıp durduklarım gene ete battı
derim zaten hep kabuk, yine kana bulandı
içim zaten boş
içim zaten boş...

emr sag

Salı, Mayıs 15

kum saati, kum taneleri

zamanı yavaşlatmak hatta durdurmak istemiştim.
zaman üstümden silindir gibi geçiyordu,
zamanın bana vuran dalgaları kaya bile olsam eritiyordu,
ve zaman beni benden, seni benden çalıyordu çünkü

ve istedim ki kum saatini durdurayım
onun daracık boğazını benimki yapayım
akmasın kumlar ve bende azalmayayım

ama olmadı
sıktığım boğaz kırıldı, elimde kaldı
kırılan parçalar ete battı
ellerimden dökülen kumları kan bile vücuda yapıştıramadı
zaman aktı
bendeki aşk, duygu, his, bendeki sen hep aktı

aşkımı zaman, belki hüzün, belki umutsuzluk, ve en belki senin hazırda var olan mutluluğun çaldı
aşkımı zaman çaldı,

kum taneleri gibi, kan gibi elimden aktı gitti
ve benim en çok ben olan yerlerim yine çok acıdı.

emr sag

Perşembe, Mayıs 10

sorun

üzgün değilim aslında, kızgın da değil
elimde kaldı aşkım ama sorun da değil
bir damla ıslansaydı toprak geçerdi de
geçmedi mi? geçmesin o da sorun değil

normal bir şey idi yaşadığım
sadece kendimi akışına bıraktığım
nehrin kenarında dalına takıldığım
senin uzanmadığın benim tutunmadığım

sürükleniyor muyum hala, olsun o da sorun değil

umutlarım güzeldi söndü,
tamam binbir türlü planım vardı, hepsi çürüdü ve gitti,
hepsine kabul, tamam kabul, hiçbiri sorun değil
ama ben seni hep göreceğim,
ve seni görmek sorun oldu
olur mu ya öyle şey?
seni görmek bana nasıl keder oldu?
ama oldu, seni görmek bu bedene sorun oldu

emr sag

Pazartesi, Nisan 30

:

gene yola düştüm,
bin arşın gittim öteye,
bir o kadar döndüm geriye
bütün yol boyu tuttum nefesimi,
senin esintinden saklanmış bir nefesi

gene aşka düştüm
ve gene güzel hissettim
büyüsünü sakladım kalemimde
bunları yazdım ve salıverdim birazını
ki belki görürsün ben seni nası sevdim

emr sag

halim

her an, her saniye bir tarafı huzur çimenlikleri, bir tarafı göz yaşı denizleri olan uçurumun kıyısında yaşıyorum,
çimenlere de yönelsem, sulara da çakılsam sonuç aynı, en sonunda cesedim çimenlerde uzanıyor ya çimenlerde yere yıkılacağım ya da deniz de boğulup sonuma dalgalar tarafından taşınacağım,
ama çook uzun zamandır ben sadece uçurumun kıyısındayım, hep sallantıdayım, bazen duruyor bazen yürüyorum;
ama ne düşüyorum ne de geri dönüp çimenlere adım atabiliyorum.
budur şu anki durumum.

emr sag

Perşembe, Nisan 19

nedir derdim?

gölgeden bir canavar ruhumun üstünde
bir ton çökmüş ciğerime nefeslerim aheste
aynalardaki görüntüm hep sislerin içinde
bir yansıma var ama aslım nerede?

özümün temelini kazmışlar
sallanırken ben avare
bir düzlük yok mu ki
çöksem yayılsam bi çare

emr sag

korkularım

yeni birleştirmişken parçalarımı
bir daha korkmamak için
bir daha sevince gene konuşabilmek için
bir cesaret vardım kapına ama
şimdi korkular eserken kafamda
elimde kurumamış yapıştırıcıların kokusu
sende istemeyeceksin beni

emr sag

Salı, Nisan 17

bir an:

ışık gibi hep akıyor, hep akıyorum
sürekli haraket halinde, hep kendimden söze taşıyor;
işte bu yüzden tam anlatamıyorum,
hiç bir an durup bakamıyorum içime
inceleyip görüp dokunup dökemiyorum sözlere,

nehir gibi akıyorum ben, düşüncelerim ve hislerim,
ruhunun bir çölden tekrar bedene topladığı ben;
artık katı et kemik değil tamamen kandan oluşuyorum,
düşüncelerin açtığı yatakta benim yönüm ise hep sana
ben hep sana doğru yüzüyorum.

emr sag

Salı, Nisan 10

nelerim var? (v.2)

dinlemek istersen anlatacak hikayelerim var benim,
okumak istersen, yazacak şiirlerim
beraber gideceksek gezecek çok yerim
kulaklığı paylaşacaksan dinleyecek çok şarkım
ve sen de olacaksan rahatça alınacak nefeslerim

emr sag

Perşembe, Nisan 5

aşk üstüne bir karalama (II)

bir kişinin tek başına taşıyamayacağı bir mutluluk, gönlünün sınırları ne kadarsa büyük olursa osun, hep senden taşacak kadar his taşımak, hep sana gerekenden daha fazla nefes almak.
sürekli düşünmekten ruh gibi dolaşmak , düşünürken de ruhunu onun ruhunun gölgesine eklemek.
yağmur yağmasa bile ıslanmış olmak, yağmur yağmadan toprak kokusunu duymak, ilk düşen damla ile toprağa karışıvermek
hakkıyla bir kelam yazamamak, bir anın bir duygunun, bir temasın en ufak parçasını bile binlerce sözcüğe sığdıramamak,
hissettikçe kazanmak, düşündükçe içine daha fazla dalmak, yazdıkça anlatamamak,
kendin içinde kaybolmak, kendini onda; onu ise kendin bildiğin yerlerde bulmak,
kelimeleri anlamsızca arka arkaya sıralamak,
düşünmek ve düşünmek,
her an görmeyi dilemek ve görmediğin her an özlemek,
bakamamak,
sevmek

bu sefer çok daha farklı, bu sefer çok daha büyülü ve bu sefer çok daha özel geldin.
aşk, hoşgeldin.

emr sag

Çarşamba, Nisan 4

hislerden bir kesit (I)

en kısa sözler ile yeniden yaşadığımı hissetmek,

uzunu ise,
tekrar kalp atışını
tekrar damarlarındaki kanın gezişini hissetmek,
köprüye yaklaşırken boğazın kokusunu duymak
o heyecanı ilk seferki gibi hissetmek,
paslanmış kaslarınla yeniden "içten" gülebilmek,
yeniden umursamak hayatı ve yaptıklarını
ve yeniden birinin yanında olmasını istemek,
yeniden doğmak en klasik sözlerle
ve yeniden yaşadığını hissetmek.

hoş geldin aşk, özlettin kendini.

emr sag

Pazar, Mart 18

büyü(yeme)mek

anlaşılması ve alışılması zor bir durum;
önceden sana yabancı gelen anlaşılmaz ve saçma olan kavramların tanım sınırlarında girmek,
kendin üstündeki kontrolü, ya bilincinin daralmasından ya da sınırlarının genişlemesinden dolayı kaybetmek,
değerlere sahip olmak ve onlara hiç sahip çıkamamak,
paylaşacak şeylerinin artması ve onları paylaşabileceğin insanların azalması

büyümek ve yanlız kalmak,
büyüyememek ve yanlız olmak.

emr sag

Salı, Mart 13

bir bahar eylemi | sanki

bahar işte garip bir durum
çevre çekirdekten çıkarken ben deri değiştiriyorum sanki
yılın dönüm noktası, hesap kitap ta yıllık düzenin tutulduğu dönem

ve ben bir deri daha değiştiriyorum sanki
bir kıyafet gibi sırtımdan fermuarı açıp yavaşça içinden sıyrılıp
geçmiş yıllar askılığına asıcağım sanki

ben en sonunda senden de geçeceğim
kendimden de vazgeçeceğim sanki

orada ne kaldıysa önemi yok
burada dokular değişti artık
ya da değişiyor

görebildiğim tek şey
bu sevgide bir yerde bitiyor

bu bahar ayları bir garip
hep benim dengemi bir bozuyor
bir durumdan ötekine giderken
dolaba sancıyla bir yeni deri ekleniyor.

emr sag

Salı, Mart 6

iki yol

çok yukarılara koymuşum kendimi ve şimdi iki yol var karşımda;
biri yalandan döşenmiş hafif bayır aşağıya,
ya da parlak granitten pürüzsüz dev bir duvar karşımda.

emr sag

Cuma, Şubat 2

yıl dönümü

daha erken ama
anlık bir esinti işte;


labirentleri varsa ruhunun

kendinde bir tek sen mi kaybolursun?
bir istilacı korkak ruh halimin
kaybolduğunda bulunduğu yer sen olmuşsun.

bir karanlık demişsin ya haline
kapalı kapılarında zincir ben olmuşum
bir garip ya bu hal
kendimi kendime sürgün eden sen olmuşsun

suçlu değil
masum değil
kızılan değil
kıyamadığım değil
saplanan değil
kaçılan değil
sahil değil
dalga değil
gün değil
gece değil
bir an olmuşsun yıllara sarkan
bir yıl olmuşsun anlarda kalan.

emr sag

Salı, Ocak 23

iç - dış (insideout)

içim dışımda,

hissetmek zor oldu böylece,
içim dışıma çıkınca
içimde olan her şey dışıma saçılınca,

bir el tuttu
derimi çekti ve bir çırpıda
çarşaf gibi terz düz etti,

içimde olen ne varsa dışıma saçıldı
bundan sonra hissetmek ise
bir ufak sonsuzluğu kapsamaktı

emr sag

Çarşamba, Ocak 17

son bir yıla özet

Well, I've been aching for someone I barely met
Well, I've been begging for something I'll never get

the onrament lyrics by dredg -

emr sag

unbearable weight of being just

pen in hand, a life spent penny in hand, millions spent dead since birth, breathes like a tree poisoned all the sleepers beneath knew it all...