Perşembe, Eylül 7

aşkı tanımlamak üzerine bir karalama

Şu cesedimin en orta yerinde, en benden olmayan ama benimle birlikte yaşayan bir şey idin sen. Bir yanda benim canlı hücrem var iken, onun çeperine dayanmış, -belki fiziki değil ama hücre kadar gerçek ve- benden idin. Ne kadar "başka" olsan da. Bir annenin bile içindeki -"kendinden olmayan veya yabancı olan"- öz çocuğuna dahi tepki vermesi gibi, -ama onun kadar değil- ince bir tepki çıkmıştı şu cesetten bir ince "ah" diye. Annelik kadar kutsal olmasa da, Annenin cesedinin bebeğin varlığına olan hazırlığından; ben daha da hazırdım belkide sana. Bir bedende iki farklı ritimde atan kalp taşımak gibiydi. Sadece, bir başka ceset, bir başka vücud görünce tek ritme giren, onun dışında çatışan iki rtim taşımak gibiydi. Anlaşan ama içten içe, hafiften hafife çatışan. Yıl hesabının ucunun kaçtığı hapishane vakitlerinden yeni çıkmış bir adımın tereddütü gibiydi, belki bir daha kırmaktan ondan öte kırılmaktan korkan.

bir gün geldi, bir ağaç dibinde sırt sırta vermiş gibi oturan benim cesedim ile seninki, zorla, kerpetenle, dişle, tırnakla kanaya kanaya acıya acıya ve ben en sonunda beni bayıltana dek kanırtıltarak söküldü, ayrıldı

sökülürkende benden fiziksel değilde, hissiyat olarak; sanki bir parmağını, sanki bir kolunu, sanki bir daha duyma hakkını ya da bir daha boğaza -yani aşkın fiziksel akışkan haline- bakma hakkını kaybetmiş gibi bir his bıraktı

belkide bende beni oluşturan çok şey sende kaldı

güle güle aşk, seninle yaşamak güzeldi

emr sag

Hiç yorum yok:

unbearable weight of being just

pen in hand, a life spent penny in hand, millions spent dead since birth, breathes like a tree poisoned all the sleepers beneath knew it all...